1 Mart 2018 Perşembe

Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git










Merhaba,

Bloga uğramayalı 45 gün olmuş. Oysa sıkı bir blogcu her gün gezer buralarda değil mi? Uzak kalmamın elbette sebepleri var. Bu uzun zaman diliminde ne zor günler geçirdim, neler yaşadım anlatarak kimsenin canını sıkmak istemem. Ama galiba gönül yorgunluğumdan biraz dem vurabilirim. 

Hayat bana, bazı şeylerin şans eseri gerçekleştiğini öğretti. İstediğiniz kadar emek verin elde edemeyeceğiniz şeyler var. Analar tahtını yaparmış, bahtını değil diye boşuna söylememişler. İnsanın bahtı güzel olsun. Şimdilerde çocuğum, yeğenlerim falan akademik bir başarı ile gelince onlar için kurabildiğim tek cümle bu. Elbette tebrik ve teşvik ediyorum ama artık insanın emekle hak ettiği yere geleceğine inanmıyorum. 

Her gün daha da değişen değerler zincirimiz farkında olmadan kırılıyor. Böyle giderse gün gelecek kendimizi tanıyamayacağız. 

Ben yazı ile başkaları için ilgilenen biri değilim. Modasının çoktan geçtiğini bilerek blog yazıyorum. Ama tabi psikoloji de önemli. İnsan, emeğine karşılık şahit istiyor. Hepimiz bu her konuda fark edilmek istemiyor muyuz? Bir yemek yaptığımızda eline sağlık denmesini, övgüleri beklemiyor muyuz? Amacımız sevdiklerimizin karnını doyurmaksa bunu zaten yiyerek yapıyorlar ama güzel yorumlar bize yorgunluğumuzu unutturuyor değil mi? 

Gönül verdiğim, kendimce okumalar ve çıkarımlar yaptığım edebiyat da meşakkatli bir yol. Bu yolda yürüyenlerin de görülmeye, alkışlanmaya ihtiyacı var elbette. Düşünsenize, koskoca evren bile, biz Yaratıcı'sını merak edelim, fark edip onu tanıyalım diye yaratılmamış mı? O nedenle "Yazmak için yazıyorum, sanat için sanat yapıyorum"lara pek itibar etmiyorum. En basitinden şöyle düşünelim: Bunu söyleyenler nerede ifade ediyor, röportajlarda değil mi? Eeee, röportajlar nerede yayınlanıyor. Boy boy resimleri görünmemek için mi veriyorsunuz. O gazeteciler nelerle ilgileniyor. Sorular arka arkaya böyle gider. Öyleyse herkes şahit peşinde ama nasibinde olan bunu buluyor, diğerleri kaderine küsüyor.  

Bu gün ortam iyice yozlaştı. Gerçek akademik başarılar mı daha çok gündeme geliyor yoksa "Hellööö" diye çıkıp videolar çeken vasıfsız insanlar mı daha fazla dikkate alınıyor, ortada. Kimi ne salak, kimi ne tatlı demek için bu videoları izliyor. Kimi eleştiriyor, kimi özeniyor. İzlenme sebepleri onları ilgilendirmiyor ama tıklanma sayıları sayesinde işi ticarete döküyorlar. Böylece kolay yoldan para kazanıyorlar. Tıpkı bir zamanın topçu, popçuları gibi. 

Elbette hepimiz, sık sık her şey para değil deriz ama para da sağlık gibi varlığının kıymeti yokluğunda belli oluyor. Kolay yoldan para kazanan bu insanlar istedikleri gibi dünyayı gezip farklı vizyonlar ediniyor. Dilediklerini yiyip güzel evlerde oturuyor. Sahip oldukları imkanlara kimse kolay kolay çalışarak sahip olamayacağından gençlerde özenti başlıyor. Zaten aileden gelen ekonomik refah seviyesinin % 2.5 olduğu bir ülkede yaşıyoruz. İş böyle olunca gençler de kolaya kaçıyor. 

Eskiden değerleri önceleyen, kalıcı olana, öze kıymet veren büyükler de rahmetli olup, onların yerine kalanlar, biz süründük bari onlar gün yüzü görsün diyerek çocuklara destek oluyor. Böylece herkes şöhretin, paranın peşine düşüyor. 

Kalem, dergi, üstat devri bitti. Herkes göstermenin peşinde. Belli bir takipçi sayısına ulaşınca tabi oradan buradan kopyalanıp yapıştırılarak oluşmuş kitapları da piyasaya çıkıyor. 

Beğeni sayısı düştüğünde intihar eden ya da öldü haberleri çıkartıp dikkat çekmeye çalışan çocuklar var. Bunları beğenelim ya da beğenmeyelim seyrederek, hem zaten zor olan hayatta kendimizle kalacağımız kısa vakti harcıyor, günü tüketiyoruz hem de gençlerin prim peşinde harcanan ömürlerini fark etmelerini engelliyoruz. 19 yaşında çocukların, bu uzun(!) hayatlarını film yapmalarını alkışlıyor, ömrünü hayırlı ve faydalı işlerde başarılar kazanarak geçiren insanlarımızı pas geçiyoruz. 

Ben ikisinden de değilim. Ama insanın bir yolcu olduğu bu alemde önce kendini sonra da bu evreni keşfetmek için var olduğunu düşünen bunun için kendine ve insanlara emek veren biriyim. Okuyan, düşünen, akletmeye çalışan, fark ettiklerini paylaşmaya gayret eden biriyim. 

Ama tabi artık kimsenin bu incelikli şeyleri düşünmeye, okumaya vakti olmadığını biliyorum. Lakin toplum olarak kendimize yazık ettiğimizi düşünüyorum. 

Sosyal medyada geçen sürede aslında kafa dağıtmak isterken dikkatimizi dağıtıyor, yer yer sinirlenip kıskanıyoruz. Evde kapalı isek, gezenler gözümüze batıyor, diyetteysek, yiyip yiyip kilo almayanlar canımızı sıkıyor. İnsan özünde her şeyin iyisi kendisinde olsun isteyen bencil bir varlık. Zaten bu yönlerimizi fark edip yontmak, kendimizden kendimizi doğurmak için okuyup gelişmek zorunda değil miyiz? 

Ama öne çıkan insanlar öyle çukurlaştı, dikkatleri öyle dağıttı ki artık herkes kendini onlara bakıp ermiş falan sanıyor. Hangi çileyi çektin diye sorsan on saniye açılmayan siteyi bekledim diyecek insanlar var. Sabır da, sevgi de, emek de, başarı da başarısızlık da her şey ama her şey internetimiz kadar hızlı anlam değiştirdi.

Mesela sosyal medya hesaplarımda sürekli takipçi isteği alıyorum. Kimmiş, neymiş diye bakıyorum, ya zayıflama ürünü satan insanlar oluyor ya da parodi hesaplarla takipçi kasanlar. Gezdiği yerleri anlatan, yediklerini paylaşanlar da çok revaçta. Doğal olmak adına nezaketsiz, inceliksiz odunluklarını sunanlar da beğeniliyor. 

 Her şey görmek ve görünmek olunca çoluk çocuk herkes kamerayı açıp bir şeyler söylüyor. Kitap okumayı sevip o alanda var olmak isteyen çocuklar da, kitap tanıtarak kendine bir mecra açmaya çalışırken, Sait Faik'in Abasıyanık kitabı diye sosyal medyanın diline düşüyor. Yaptığı hataya gülenler acaba kaç kitabını okudu yazarın bilinmez ama herkes sadece gülmeyi ve para kazanmayı düşündüğü, kendinden kötülerin varlığını görüp vicdanını rahatlattığı için toplum olarak her gün daha aşağı çekiliyoruz. 

Sonra, duyduğumuz haberler tüylerimizi ürpertiyor. Ama içi boş ağaçlar devrilir. Kurtların kemirdiği hangi bitki yeşil kalıp çiçek açmayı başarabilmiştir, düşünmüyoruz.      

Çoluk çocuğun suçu yok. Herkes bu hastalığa tutulunca, kültürü video çekmek, canlı yayın yapmak sanmaları çok doğal. Onlar bu hayatın içine doğdular. 

Yayınevleri de ticari düşünmekte haklı. Sosyal medya fenomenlerinin popülerliklerinden faydalanmakta gecikmiyorlar. Kapağını açmadıkları kitapları tanıtanlarla doldu ortalık. O takipçi sayılarına nasıl ulaştığını kestiremediğim, "-de" yi ayrı yazamayan ama her gün başka, hatta bir kaç kitap tanıtan insanlar var. Ne vakit okudun, özümsedin, üzerine düşündün ve kendine yeni cümleler edindin de, diğer kitaba geçtin. Madem o kadar çok okuyorsun neden bu kadar kötü konuşuyor ve yazıyorsun? diye sormak kimsenin aklına gelmiyor. Zaten popüler kitapların okuyucularına bir şey demiyorum. Uyandım, osurdum vs edebimin müsaade etmeyeceği şeyleri yazıp müthiş yazar diye kendini tanıtan insanları okuyarak nereye varabilir bir toplum bilmiyorum. Zaten topluca bir digital çılgınlık, tanımlanamaz bir bıkkınlık, boş bir yorgunluk yaşadığımız şu günler nasıl bitecek artık kestiremiyorum. Bunu düşünen insanlar da umutsuzlukları heybelerinde yavaş yavaş kendine çekiliyor.  

İnsanı insan yapan asli kurucu kitaplar vardır. Ancak böylesi nitelikli bir okuma çabası ile, suretinde yaratıldığı insana yürür. Doğmak, var olmak değildir. Ontolojik olarak kendinden kendine yol bulmadan hiç bir yolculuğu bitiremez insan. Bu yolculuk meşakkatlidir ve bu gün de eğlendik hadi uyuyalım mantığı ile yürünmez. İnsanlık, dediğimiz şey uzun bir yolculuk. Vaktini sosyal medyaya harcamak da ben yoldan gönüllü çıktım şarkısını söylemenin başka bir şekli. 

Tarımın bittiği, dolayısıyla, kanserin, unutkanlığın, adını yeni duyduğumuz bir çok hastalığın yaygınlaştığı günümüzde nasıl parası ve imkanı olanlar köylere dönüp organik tarımla ilgileniyorsa kendini her türlü medyanın beyni felç eden saldırısından korumak isteyenler de, en azından akşamdan akşama kendince belirleyeceği bir süre bu mecralardan uzak durarak arınmalı. Kendine dair bir şeyler yaparak, pasif izleyici koltuğundan kalkıp kendi yolunda yürümeli ki, hayatının amacına doğru yol alsın. 

İşte ben de, blogların devri kapanalı çok olsa da, hala burada yazma inancımı kaybetmedim ama biraz daha fazla kendime vakit ayırayım, zaten yazsam da okuyan kaç kişi var, kaç hayata dokunabiliyorum blogta diye düşünüp uzaklaştım. 

Yoksa yazmaya kalksam, her güne düşen dert sayısında rekor kırdığım bir dönemden geçiyorum. Buraya yazmak yerine dertlerimi sabır sosu ile içimde dinlendiriyorum. Eğer şansı yaver giderse, bu günler günü geldiğinde kelimelere bürünüp yeni kitaplardan başını uzatıp gülümser size. 

Şansı yaver giderse diyorum, çünkü dünya var olduğundan beri kim bilir kaç kişi, nitelikli yazmasına rağmen hak ettiği değere ulaşamadı, o gün tanınanlar kaç nesil okundu, nasıl yaşadı, nasıl öldü bilmiyoruz. Aslında sosyal medya fenomeni kadar da merak etmiyoruz. İşte bunun adına da yaşamak diyoruz.

Kendinize fırsat verin, elinizdeki telefonları bir kaç saat bari kenara bırakıp aileden, işten, evden, çocuklardan arta kalan zamanda ki bu çok çok kısıtlı bir vakit oluyor, kendiniz için bir şeyler yapın. 

Hayatımızı israf etmeyecek kadar dolu yaşayabilmek umuduyla... 
               

9 yorum:

  1. Çok yerinde tespitler bunlar. Önce kendimizi değiştirebilirsek değişir dünya.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler ebem kuşağı dünya giderek yaşanmaz bir yere dönüyor bu gidişin sonu erken olacak bilmem

      Sil
  2. Sosyal medya için yaşar olduk.
    Onların gezdiği yerler, okuduğu kitaplar, yaptığı tarifler, giydikleri kıyafetler.....

    YanıtlaSil
  3. Çok güzel cümleler var yazınızda. Çıktı alıp altını çizmek lazım.
    Ve şunu tekrar gördüm okurken, gençlere, çocuklara hep söylemeli, hatırlatmalıyız bunları. Geri kafalılık ya da benzeri bir şey olmadığını da. Devirler, teknolojiler değişir ama insanlık (öz anlmında)değişmez. İnsan olmak ve kalabilmek içindir her devrin çabası..
    İyiler susup köşesine çekildikçe de böyle oldu maalesef. Yazar Hüseyin Su demişti: Kötüye kötü dıyecek babayiğitler aranıyor.

    Bu arada, blogun devri bitmez:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Blogun devri geçsin istemem tabi ki:) ayrıca çıktı alıp alt çizme duygunuz bana gurur verdi umarım yakında basılı bir hale gelir biriken yazılar:)) teşekkürler

      Sil
  4. Söylediklerine katılmamak elde değil. Çok haklısın . Ben bu gidişatın sonunu çok merak ediyorum. Eskiden fotoğraflarımı paylaşmaya çekinirken şimdi herkese açık profillerde paylaştığıma inanamıyorum . Ama herkes öyle yapıyor da benim tesellim sanırım. Elle gelen düğün bayram sözünü severim ben. İnsan psikolojisini çok güzel anlatır. Yani biz davranışlarımızı çevremize göre değerlendiririz. Yani herkes yapıyorsa normal, herkese ne olacaksa bana da olacak, o zaman sorun yok:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Valla Kadriye hanım akıl tutulması yaşıyoruz tesellimiz bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete oldu

      Sil